15 Eylül 2007

İsimsiz bir roman

Gözlerini yavaşça açtı. Trenin camından hızla akıp gitmekte olan görüntülere dikkat edince köyüne iyice yaklaşmış olduklarını fark etti. Sevindi. Saatin kaç olduğunu anlayabilmek için çantasından cep telefonunu çıkardı. Allah kahretsin yine şarjı bitmişti. Artık bu pili değiştirmenin kesinlikle vakti geldi diye düşündü. Hiç konuşmasa bile yarım gün ancak dayanıyordu. Saat herhalde 00.00 olmuştur diye düşündü. Tekrar uyumaya çalıştı ama bir türlü uyku tutmuyordu. Oturmaktan ayakları şişmişti. Biraz hareket iyi gelecek diye düşündü. Ayağa kalktı ve arkasına doğru dönüp diğer yolculara doğru baktı. Bir kaç kişinin dışında hemen hemen herkesin mışıl mışıl uyuduklarını gördü. Hatta ufak çaplı horultu sesleri bile duyuluyordu. Bir öndeki vagona geçti. Öndeki vagon yataklı, kuşetli bir vagondu. Yanyana dizilmiş kompartımanlarında bir çoğunda sürgülü kapılar kapatılmış, kapı zincirleri takılmış, içeridekiler çoktan uykuya dalmıştı. Sadece vagonun sonuna yakın kompartımanlardan birinden dışarıya doğru hafif bir ışık süzülüyordu. Bir türlü engel olamadığı her zamanki merakı yine onu yavaş adımlarla yaklaştırdı oraya doğru. Bu aslında pek sevmediği ama bir türlü engel de olmadığı kötü bir huyuydu. Geceleri de perdesi ve ışığı açık bir ev gördüğünde içeriye bakmaktan, içeride olup biteni görmek istemekten bir türlü kendini alamazdı.

Kompartımanın yanından geçerken yine aralık kapıdan içeriye gözucuyla baktı. İki kadın vardı içeride. Biri çok genç, diğeri ise çok yaşlı iki kadın. Camın önündeki etrafı gri metalle çevrilmiş uçuk yeşil formika masanın iki tarafındaki koyu yeşil deri koltuklarda karşılıklı oturmuşlar. Sakin bir şekilde kendi aralarında konuşuyorlardı. Aslında konuşmaktan daha çok, yaşlı kadın, genç kadına bir şeyler anlatıyor, genç kadında onu büyük bir dikkatle dinliyordu. Seslerini duymasına engel olmayacak mesafeye kadar ilerleyip durdu. Arkasını onlara dönüp cam tarafındaki duvara monte edilmiş kapalı tek kişilik yeşil deri koltuklardan birini açıp oturdu. Yüzünü cama doğru dönerek, kendine sanki dışarıyı seyrediyormuş havası vermeye çalıştı. Kulağı ise onlardaydı. Yaşlı kadın anlatmaya devam ediyordu;

- Herkes kafasında bir hikaye yazar ve bu hikaye gerçekleşir. Sen kendin için yazmazsan eğer başkaları senin yerine yazar.

Duyduğu bu iki cümle sonrasında yaşlı kadının sesi kesildi. Uzakta kaldığı için kompartımanda ne olduğuna artık göremiyordu. Bendeki de ne şans, tamda konuşmanın sonuna yetişmişim diye düşünürken, yaşlı kadın konuşmasına devam etti.

- Biliyormusun ben bu dünyada büyük bir gücün yaşadığına inanıyorum. Bu hayatta kalmak için desteğe ihtiyacımız olduğunda içimizde uyanan ilkel ve vahşi bir şey. Yangınlar ormanları kül ettikten sonra açan vahşi çiçekler gibi. Bir çok insan bundan korkuyor ve bunu kalplerinin derinliklerinde saklıyor. Bu gücün ne olduğunu biliyormusun? Bu güç. “özgürlük”. Tabiki içimizdeki evcilleşmemiş bu gücü sevmeye cesaret edenler de yok değil. İnsanlar aslında her zaman gelecekleri için iyimser olabilecekleri bir yer ararlar. Gerçekten olmak istedikleri kişi olmalarına izin veren bir yer. Hayatın anlamlı olduğunu hissedebilecekleri bir yer. Yani özgür oldukları bir yer. Bu yüzden özgürlüğünün kıymetini çok iyi bil ve ona her zaman ve her koşulda sahip çıkmayı sakın unutma.

Hayat yine yapacağını yapmış, bu sefer de yaşlı bir kadın kılığına girip, yine bir şeyler fısıldamıştı ona işte. Kendine has o muhteşem döngüsü içinde....

27 Mayıs 2007
Haşim A.

Hiç yorum yok: