29 Mart 2007

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - 3.Bölüm

- Bölüm 3 -

Odaya girdiğimde Ahmet bey masasının yanında yüzükoyun boylu boyunca yerde yatmaktaydı.

- Aylin hanım, Aylin hanım!

Hemen yanına koşup onu sırtüstü çevirdim. Kravatını çözüp gömleğinin düğmelerini ve kol manşetlerini açtım. Allaha şükür ki hala nefes alıyordu.

Aylin hanım koşarak odaya girdi ve gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı.

- Aylin hanım sakin olun lütfen. Acil ambulans çağırmamız gerekiyor. Hala nefes alıyor. Kalp krizi olabilir.

Allahım bu nasıl bir gündü böyle. Bugün sabahtan beri bütün bu yaşadıklarımın bir rüya olması için neler vermezdim. Allahtan iki sokak ötede özel bir hastane vardı. Ambulansın gelmesi fazla uzun sürmedi. Sedye ve gerekli teçhizat ile odaya dalan sağlık görevlileri büyük bir hızla Ahmet beyi sedyeye aktarıp odayı terk ederlerken ben hala yaşadığım bu bedbaht günün şoku içerisindeydim. Aylin hanımın sesi beni kendime getirdi.

- Murat bey bende ambulansla hastaneye gidiyorum. Burayla siz ilgilenirseniz çok sevinirim.
- Siz merak etmeyin Aylin hanım ben burasını ayarlarım. Siz de beni arayıp gelişmeler ilgili bilgi verirseniz çok memnun olurum.

Ayağa kalkıyorum tam odadan çıkmak üzereyken duvardaki Ömer Hayyam imzalı bir yazıya gözüm takılıyor,

Geçmiş günü beyhude yere yad etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme,
Gelmiş geçmiş masal bunlar hep,
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceleri geldi neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin degil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayir üstünde, sefa sür iki gün ...
Zira senin üstünde de otlar bitecek

Ahmet bey’in bu yazıyı beğenip duvarına astığına inanamıyorum. Eğer gerçekten bu yazıyı beğenerek o duvarına astıysa, fikri ve zikri garip bir çelişki içinde. Maalesef bu dünyada, olduğu gibi görünmeyi yada göründüğü gibi olmayı gerçekten becerebilen insan sayısı o kadar azki. Hepimiz kendimizi sanki hiç göçmeyecekmişiz gibi dünyanın gailesine kaptırıp gidiyoruz. Kimilerimiz bile bile, kimilerimiz ise hiç bilmeden kimbilir ne kadar da çok can yakıyoruz.En beğendiğimiz papatyaya doğru emin adımlarla ilerlerken, ezdiğimiz diğer çiçeklerin, papatyaların hangimiz farkına varabiliyoruz. Sonra bir gün ansızın hayatımız risk altına girdiğinde yapmak istediğimiz ama sürekli ertelediğimiz ne kadar çok şey olduğunu fark ediyoruz. Ertelediklerimiz içinde en çok da sevgimizi gördüğümüzde üzülüyoruz. Behçet Necatigil bizi bu konuda yıllar önce yazdığı Sevgilerde isimli şiirinde ne kadar güzel uyarıyor oysa;

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden (siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçecegi aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz yahut vakit olmadı.

Gören gözlerle, farkına vararak etrafımıza baktığımızda, herkes bize aynı şeyi, kendi bakış açılarından ve kendi cümleleri ile tekrar tekrar söylüyor sürekli uyarıyorlar bizi aslında. Hemde yıllar öncesinden başlayarak. Bizse inatla kulaklarımızı onlara tıkayıp, onları görmezden gelerek yine kendi bildiğimizi yapmakta, dünyanın o acımasız ve duygusuz çarkında, kendimizi değirmen eşeği gibi döndürmeye devam etmekte hep ısrar ediyoruz. Yıllar su gibi akıp yolun sonuna yaklaştığımızda ise bir bakıyoruzki önümüzde dağ gibi yığılmış keşkeler, bir avuçiçi kadar da iyikiler. Başlıyoruz keşke şöyle, keşke böylelere ama artık ne çare.

Aklıma Ahmet bey’in dünya tatlısı altı aylık hamile eşi geliyor. Ona durumu kim, nasıl aktardı acaba. Umarım kötü bir şey olmamıştır. Acaba Ahmet bey’in durumu nasıl şu an. Herşey yoluna girebildi mi? Hayat ne garip aslında. Sabah suratıma kapıyı çarpan, benim günümü rezil eden adam, eğer ben onunla konuşmak için inat edip odasına dalmasam belki de şu anda...... Acaba Allah bu saygısızlığı ona, benim odasına bu saatte gelmem için mi yaptırmıştı? Yoksa sabah sabah bana gereksiz yere sinirlendiği için mi gelmişti bütün bunlar başına.

Düşününce dünya gerçektende bir satranç tahtası gibiydi. Oyunun kuralıda sanki doğa yasaları dediğimiz şey. Karşı taraftaki oyuncuyu hiç göremiyorduk ama oyunu her zaman dürüstçe oynadığını, bize karşı adil ve sabırlı olduğunu biliyorduk. Eminimki Ahmet bey’e karşıda son derece adil ve sabırlı davranacaktı.

Odadan çıkıyorum ve kapıyı kilitliyorum. Saat 17:30’u gösteriyor. Ne gün ama. Sürprizle başladı sürprizle devam ediyor. Ama benim başka bir sürpriz daha kaldıracak halim kalmadı. Kendimi çok güçsüz, mutsuz ve tüm enerjimi tüketmiş hissediyorum. Şu an istediğim tek şey mesainin bir an önce bitmesi ve kendimi önce eve sonra yatağa atıp deliksiz bir uyku çekmek. Yorgunluktan geberiyorum. Aşkım şu an ne yapıyor acaba. Bugün işten fırsat bulupda bir kere bile arayamadım onu.

Cep telefonum çalıyor Aylin hanımın numarası, kalbim nasılda küt küt çarpmaya başladı. Elim bir türlü yeşil tuşa gitmiyor. Ama açmalıyım.Basıyorum yeşil tuşa.

- Aylin hanım?

29 Mart 2007
Haşim A.

Hiç yorum yok: