4 Mart 2007

Teşekkürler bir bölümlük rol arkadaşlarıma....

Kış mevsimi geçte olsa nihayet şehire teşrif etmiş, teşrifi ile birlikte hava sıcaklığını 10 derecelik ani bir düşüşle -3 dereceye kadar indirmişti. Lapa lapa yağmaya başlayan kar bu muhteşem şehire, çok kısa bir sürede adeta bembeyaz bir gelinlik giydirmişti. Taksilerin, kar yağışıyla birlikte yolcu almama alışkanlıklarının nüksetmesi , toplu taşıma araçlarının ise çok nadir ve ağzına kadar dolu olarak geçmesi sonucu, yaklaşık 20 dakikadır yürüyordum. Parkamın yakasını kaldırıp atkımı başıma ve boynuma dolamış olmama rağmen kulaklarım ve burnum artık iyice buz kesmişti. Aşkımla buluşacağımız kahveciye çok az bir mesafe kalmıştı. İyi ki hafta sonu kar lastiklerimizi arabaya takmayı akıl etmiş ve arabayı da bugün ona vermiştim. En azından onun, benim bu yaşadıklarımı yaşamadığını bilmek beni rahatlatıyordu. Cep telefonunu da evde unutacak günü bulmuştum. Artık donmadan, bir an önce kendimi buluşacağımız kahveciye atmak istiyordum. Kendime ısmarlayacağım sıcak bir kahve ile hem ellerimi hem de içimi ısıtmak, şu an için sanki hayattaki tek amacımdı.

Kahveciden içeri kendimi zor attım.

- Orta boy günün kahvesi lütfen

Buz gibi olmuş ellerimi bir an önce ısıtmak isteği ile adeta avuçladığım kahvenin bardaktan taşıp ellerimi yakmasına aldırış bile etmeden hemen rahat bir koltuğa oturdum. Kahvemden aldığım o ilk sıcak yudumun, kendimce ona yüklemiş olduğum içimi ısıtma misyonu ile boğazımdan mideme doğru yaptığı ılık yolculuğu hissetmeye çalışırken, yıllar sonra tekrar gördüm onu. Bir kaç arkadaşı ile birlikte tam çaprazımda cam kenarında oturuyordu. Onu görmemle birlikte bir anda kendimi, tam 5 yıl önce, onu master için Amerika’ya uğurladığım, zavallı yüreğimin acılar içinde kıvrandığı o gecede buldum.

Onu Atatürk havalimanında uğruna ilişkimizi bile bölmeyi -daha sonra anladım ki bitirmeyi- göze aldığı master’ı için Amerika’ya uğurlarken, o an bu ayrılığın kısa süreli bir veda mı yoksa bir elveda mı olduğunu bilememenin çaresizliğiyle ona nasıl da sımsıkı sarılmıştım. Çaresiz yüreğim kontrolunu tamamen kaybetmiş, bir yandan daha o anda içinde alev alev yanmaya başlayan özlemle onu sıkı, sımsıkı sarmamı, diğer yandan onun bir çiçek kadar narin olduğunu sakın onun canını yakmamamı söyleyerek kendi içinde çelişkiler yaşıyordu. Her zaman aklımı başımdan alan o muhteşem kokusunu, onsuz geçireceğim bu belirsiz süreçte belki bana yeter umuduyla, ciğerlerime doldurmaya çalışıyordum o gün nasılda umutsuzca. Yüreğimdeki o büyük aşkı, önce, sanki ondan ayrılmamak için vücudunda adeta tutunacak bir dal bulurum umuduyla sevgiyle dolanan ellerime, ellerimden de onun ilk gördüğüm günden beri hayran olduğum vücuduna aktarmaya ne kadar çok çabalamıştım o gün. Belki hisseder de gitmekten vazgeçer diye kendimce ve bencilce.

Zihnimin yıllardır itina ile sakladığı ve bugün onu görmemle birlikte bana tekrar hatırlattığı, o derin aşk acısıyla, tam gözlerimi ondan ayıracakken yıllar sonra tekrar gözgöze geliyoruz onunla. O an yıllardır ertelenmiş bir randevuyu şanseseri yakalamışcasına koşuyorum kalbime doğru hemen. Merakla, aradan geçen bunca yıldan sonra, her hatırlayışımda tekrar tekrar hissettiğim bu acıdan artık beni kurtaracak, beni rahatlatacak bir cevap, bir tepki bekliyorum ondan.

Kalbim ise hayatın bugün bana hazırlamış olduğu bu hoş sürprizin keyfini çıkarıyordu adeta. Onu her hatırlayışımda yaşadığım bu medcezir’in sanki az sonra yerini büyük bir sükunete bırakarak ruhumu terkedeceğini bilerek herşeyi hayatın akışına bırakıyordu.

Yaşadığım bu duygusal fırtınanın içinde kendine bir yön bulmaya çalışırken aşkım’ın o sevgi dolu sesi ve saçlarımın arasında dolaşan narin elleri beni tekrar kendime getiriyordu.

- Canım çok beklettim mi seni? Trafik tam bir kabustu valla. Aklım hep sendeydi bitanem. Keşke erteleseydik şu işi bugün. Cep telefonunu da evde unutmuşsun ulaşamadımda bir türlü sana. Çok merak ettim seni.

Onun sevgi dolu sesini duyup, saçlarımda dolaşan parmaklarını hissetmemle birlikte kalbimi büyük bir sıcaklık kaplıyor ve kalp atışlarım hızlanıyordu. Bir az önce hissettiğim o eskimiş aşk acısı sanki bu gürül gürül akan yoğun bir selin önünde dayanamayıp adeta sürüklenip yok oluyordu yıllar sonra. Kalbim ise aradığın cevap bu muydu yoksa diye hınzırca gülümsüyordu bana. Artık iyice ısınmış ellerimin arasına aldığım soğumuş kırmızı yanaklarını ısıtmaya çalışırken ona biraz daha yaklaşıp hafifçe fısıldıyorum kulağına,

- Aşkım, seni çooook seviyorum.

diye öperken yanaklarından.

- Bende seni bitanem , bende seni.

diyor her zamanki gibi aşırı sevgisinden dişlerini sıkarak.

Hayatın bugün bana hazırlamış olduğu bu hoş sürprizin içinde gizli o küçük zarfı, bu sefer farketmiş ve kabul etmiş olmanın mutluluğu ve huzuru ile gülümsüyorum, karşımda o yeşil sevecen gözleriyle bana gülümseyen kalbimin tek sahibi biricik karıma.

Benim de içine düştüğüm bu hatayı, hayatımız boyunca kimbilir kaç kere tekrarlıyoruz hepimiz, içine bizim için gizlenmiş o küçük zarfları fark edemeden.
En çok enerjimizi çalan şeyin hayatımızdaki tamamlanmamışlıklarımız olduğunun ne kadar farkındayız acaba?
Siz de çok mu kızıyorsunuz benim gibi, büyük umutlarla hayatımıza soktuğumuz ama sonrasında fütursuzca bizi terkeden bu insanlara, hemde çoook uzun yıllarca?
Ya hayat dediğimiz şey, gerçektende hem başrolünü oynayıp hemde hiç bir şey bilemediğimiz bir senaryoysa....
O zaman onlar, ögrenme ve gelişme sırası bize geldiği zaman, ögrenmemize yardımcı olmak için senaryomuza dahil olan, bir bölümlük geçici rol arkadaşlarımız değiller mi aslında.
Bazıları canımızı çok yaksada, sizce de hepimiz bir teşekkür borçlu değilmiyiz kişisel gelişimimize destek veren bu sadece bir bölümlük rol arkadaşlarımıza.
Siz de küçükde olsa bir teşekkür, bir alkış beklemiyor musunuz, öğrenme sırası başkasındayken rol aldığınız senaryolarda sergilediğiniz o muhteşem performansa?
04 Mart 2007
Haşim A.

Hiç yorum yok: