31 Mart 2007

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - 4.Bölüm

- Bölüm 4 -


Aceleden anahtarları evde bırakıp kapıyı çekmiştim. Murat’a gidip anahtarı alamazdım. Kesinlikle gece için duramayıp ağzımdan bir şey kaçırabilirdim. Bu konudaki sabıka dosyam hayli kabarıktı. Onun için başka bir yol bulmalıydım. Ya yan komşunun balkonundan bizim balkona geçecek aralık bıraktığım balkon kapısından içeri girecektim yada dönüşte yanıma bir çilingir alıp gelecektim.

Yeni taşındığı için yan komşuyu hiç tanımıyordum. Görmemiştim bile. Murat’ın söylediğine göre yeni evli bir çift oturuyordu yan dairemizde.

Tanrım ne rezil bir durumdu bu böyle. Komşu komşunun külüne muhtaç derler ama ben daha yan kapı komşumu tanımıyordum. Hatırlıyorumda çocukluğumda aile gibiydik bütün komşularımızla. Herkes ihtiyacı olduğunda seve seve birbirinin yardımına koşardı. Birlikte yemekler yer. Hep birlikte pikniğe giderdik. Hatırlıyorumda ilk eurovision şarkı yarışmasını -bizde o zaman televizyon olmadığı için- Asuman teyzelerde hep birlikte seyretmiştik. Cici kızlar, Semiha Yankı,…... Bir çok kez yeni yıla komşularımızla birlikte girmiştik. Herkes evinde karınca kararınca bir şeyler hazırlar. Hepsi bir araya geldiğinde de ortaya mükemmel bir sofra çıkardı. Özellikle biz çocuklar için. Annem evin büyük kızıyım diye hep beni yollardı komşulara akşam müsaitler mi diye sormak için. Utana sıkıla kapılarını çalar,

- Bir maniniz yoksa annemler akşam size gelmek istiyor,

diye sorardım. Yine evde olmayan şeyler için komşulara gitmekte benim görev tanımlarıma dahildi. Annemin elime tutuşturduğu fincanla kapılarını çalar;

- Varsa annem bir fincan zeytinyağı rica etti. Bizim evde kalmamışta. Babam akşam getirecek

diye yine ben isterdim o zamanlar. Şimdi eskaza evde ölecek olsak konu komşunun ruhu duymaz valla, kurtlanır çürürüz çok rahat inan olsun.

Bugün zamanımın çok dar olması sebebiyle komşumla tanışmayı daha sonraya bırakarak dönüşte yanıma bir çilingir almayı tercih ediyorum. Daha fazla zaman kaybetmeden kuaföre gitmek için kendimi sokağa atıyorum.Şansıma yoldan bir taxi geçiyor. Hadi kızım her zamanki gibi ballısın yine.

- Taxi
.............................


Neyseki kuaförde işim çabuk bitti. Şimdi hemen bir çilingir bulup eve gitmeliyim. Havada bu arada inanılmaz güzel bugün. Güneş accayip gözlerini kamaştırıyor insanın. Çantamdaysa şu güneş gözlüğümü takayım ben en iyisi. Allah kahretmesin evin anahtarı buradaymış yaaa. Ah benim aptal kafam. Ben bunu hep yapar oldum bu aralar. Aceleyle çantanın fermuarlı tarafına koymak yerine içine atmışım anahtarları. Geçen günde kafamdaki gözlüğü az aramadım evde akıllı ben. Ay çok sevindim çilingirle uğraşmak zorunda kalmayacağım. Hadi kızım atla taxiye şimdi, doğru eve. Kokoş karısındır sen bir saat sırf süslenmeye ayırman lazım senin bu akşam. Allaaaah saat 16:30 2,5 saatim kalmış hazırlanmak için. Murat saat 19:00 gibi evde oluyor.

- Hey taxi.

……………………………….

Eveeeeet nihayet herşey tamam artık. Sofra mükemmel gözüküyor. Büfede dura dura eskiyen altın yaldızlı porselen çeyiz takımlarımda müthiş duruyorlar sofrada. Şamdandaki mumlarda tamam. Tütsümüz de hazır. Romantik CD’mizde müzik setinde hazır. Ay çok romantik bir gece olacak. Çok heyecanlandım ben yine. Kalbim güm güm çarpıyor. En iyisi ben biraz alkol alıp gevşeyeyim. Ay süper bir gece olacak. Çok uzun zaman oldu böyle şeyler yapmayalı.
Saçlarımı Murat’ın istediği gibi kızıla boyatmam da çok iyi oldu. Bakalım o ne tepki verecek? Bana bu rengin çok yakışacağı konusunda ne kadar haklıymış meğerse. Bense bunca zaman onu tırtıya bile koymadım. Hata etmişim valla. Bence de çok yakıştı bana bu saç rengi. Ne güzel bir hatunmuşum ben böyle. Aynı zamanda da sexi tabiki. Bu ateş kırmızısı elbiseninde sırtı az açık değilmiş. Dışarıda hayatta giyemem ben bu elbiseyi. Neredeyse Murat’ın bana yurt dışından getirdiği victoria secret marka kırmızı külodum gözükecek :) Sütyensiz olmaya pek alışık değilim ama bu gece idare edeceğiz artık. Bu çivi topuklu ayakkabılar da beni inanılmaz zorluyor. Olsun bu akşam aşırı feminen olup Murat’ı kırmızıyı görüpte kuduran bir boğa gibi iyice kudurtmak istiyorum.

Saat 18:30 olmuş. Aşkım işten çıkmıştır şimdi. En iyisi ışıkları kapatıp şarabımıda alıp onu camda bekleyeyim ben.

....................................................

Aylin hanımdan Ahmet bey’in durumunun iyi olduğunu, hayati tehlikeyi atlattığını ögrenince biraz olsun rahatladım galiba. Bu arada saatte 18:30 olmuş. Artık biran önce toparlanıp bugün benim için kabus haline dönüşen bu ofisten çıkmak istiyorum. Ama yaşadığım bu fevkaledenin fevkindeki bedbaht gün artık tüm enerjimi tüketti. Kolumu kıpırdatacak takatim bile kalmadı. Şu an halının üstüne kıvrılıp yatacak olsam yalan olmasın saatlerce deliksiz uyuyabilirim. Kalan enerjimi toparlayıp kalkıyorum masamın yanındaki çantamı alıp odamdan çıkıyorum.

- İyi akşamlar arkadaşlar.
- İyi akşamlar Murat Bey. İyi hafta sonları.

Allahım ne olur akşamı gündüzüne benzemesin. Beynim artık tamamen durdu sanırım. Arabayı nereye parkettiğimi hatırlamıyordum. Allahtan şu alarm varda anahtara basınca yanıp sönen farlar sayesinde arabayı kolaylıkla bulabiliyorum.

Trafik cuma akşamı olması nedeniyle açıktı. Cuma akşamları herkes gece hayatına doğru aktığı için trafik daha çok benim ters yönüme doğru yoğunlaşıyordu. Arabaya park yeri ancak evin bir üst sokağında bulabildim. Bizim sokağa girdiğimde hava artık iyice kararmıştı. Eve baktığımda evde ışık yanmıyordu. Kalbim küt küt çarpmaya başladı. Mine’yi bugün hiç arayamamıştım. Yoksa başına bir şeymi gelmişti.

- Allahım ne olur. Allahım ne olur. Ne olur ona bir şey olmamış olsun. Ne olur Allahım.

Panik bir vaziyette koşmaya başlamıştım. Merdivenleri üçer beşer nasıl çıktım bilmiyorum. Aceleyle anahtarımı kilide soktum ve kapıyı açtım…….

31 Mart 2007
Haşim A.

29 Mart 2007

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - 3.Bölüm

- Bölüm 3 -

Odaya girdiğimde Ahmet bey masasının yanında yüzükoyun boylu boyunca yerde yatmaktaydı.

- Aylin hanım, Aylin hanım!

Hemen yanına koşup onu sırtüstü çevirdim. Kravatını çözüp gömleğinin düğmelerini ve kol manşetlerini açtım. Allaha şükür ki hala nefes alıyordu.

Aylin hanım koşarak odaya girdi ve gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı.

- Aylin hanım sakin olun lütfen. Acil ambulans çağırmamız gerekiyor. Hala nefes alıyor. Kalp krizi olabilir.

Allahım bu nasıl bir gündü böyle. Bugün sabahtan beri bütün bu yaşadıklarımın bir rüya olması için neler vermezdim. Allahtan iki sokak ötede özel bir hastane vardı. Ambulansın gelmesi fazla uzun sürmedi. Sedye ve gerekli teçhizat ile odaya dalan sağlık görevlileri büyük bir hızla Ahmet beyi sedyeye aktarıp odayı terk ederlerken ben hala yaşadığım bu bedbaht günün şoku içerisindeydim. Aylin hanımın sesi beni kendime getirdi.

- Murat bey bende ambulansla hastaneye gidiyorum. Burayla siz ilgilenirseniz çok sevinirim.
- Siz merak etmeyin Aylin hanım ben burasını ayarlarım. Siz de beni arayıp gelişmeler ilgili bilgi verirseniz çok memnun olurum.

Ayağa kalkıyorum tam odadan çıkmak üzereyken duvardaki Ömer Hayyam imzalı bir yazıya gözüm takılıyor,

Geçmiş günü beyhude yere yad etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme,
Gelmiş geçmiş masal bunlar hep,
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceleri geldi neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin degil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayir üstünde, sefa sür iki gün ...
Zira senin üstünde de otlar bitecek

Ahmet bey’in bu yazıyı beğenip duvarına astığına inanamıyorum. Eğer gerçekten bu yazıyı beğenerek o duvarına astıysa, fikri ve zikri garip bir çelişki içinde. Maalesef bu dünyada, olduğu gibi görünmeyi yada göründüğü gibi olmayı gerçekten becerebilen insan sayısı o kadar azki. Hepimiz kendimizi sanki hiç göçmeyecekmişiz gibi dünyanın gailesine kaptırıp gidiyoruz. Kimilerimiz bile bile, kimilerimiz ise hiç bilmeden kimbilir ne kadar da çok can yakıyoruz.En beğendiğimiz papatyaya doğru emin adımlarla ilerlerken, ezdiğimiz diğer çiçeklerin, papatyaların hangimiz farkına varabiliyoruz. Sonra bir gün ansızın hayatımız risk altına girdiğinde yapmak istediğimiz ama sürekli ertelediğimiz ne kadar çok şey olduğunu fark ediyoruz. Ertelediklerimiz içinde en çok da sevgimizi gördüğümüzde üzülüyoruz. Behçet Necatigil bizi bu konuda yıllar önce yazdığı Sevgilerde isimli şiirinde ne kadar güzel uyarıyor oysa;

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden (siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçecegi aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz yahut vakit olmadı.

Gören gözlerle, farkına vararak etrafımıza baktığımızda, herkes bize aynı şeyi, kendi bakış açılarından ve kendi cümleleri ile tekrar tekrar söylüyor sürekli uyarıyorlar bizi aslında. Hemde yıllar öncesinden başlayarak. Bizse inatla kulaklarımızı onlara tıkayıp, onları görmezden gelerek yine kendi bildiğimizi yapmakta, dünyanın o acımasız ve duygusuz çarkında, kendimizi değirmen eşeği gibi döndürmeye devam etmekte hep ısrar ediyoruz. Yıllar su gibi akıp yolun sonuna yaklaştığımızda ise bir bakıyoruzki önümüzde dağ gibi yığılmış keşkeler, bir avuçiçi kadar da iyikiler. Başlıyoruz keşke şöyle, keşke böylelere ama artık ne çare.

Aklıma Ahmet bey’in dünya tatlısı altı aylık hamile eşi geliyor. Ona durumu kim, nasıl aktardı acaba. Umarım kötü bir şey olmamıştır. Acaba Ahmet bey’in durumu nasıl şu an. Herşey yoluna girebildi mi? Hayat ne garip aslında. Sabah suratıma kapıyı çarpan, benim günümü rezil eden adam, eğer ben onunla konuşmak için inat edip odasına dalmasam belki de şu anda...... Acaba Allah bu saygısızlığı ona, benim odasına bu saatte gelmem için mi yaptırmıştı? Yoksa sabah sabah bana gereksiz yere sinirlendiği için mi gelmişti bütün bunlar başına.

Düşününce dünya gerçektende bir satranç tahtası gibiydi. Oyunun kuralıda sanki doğa yasaları dediğimiz şey. Karşı taraftaki oyuncuyu hiç göremiyorduk ama oyunu her zaman dürüstçe oynadığını, bize karşı adil ve sabırlı olduğunu biliyorduk. Eminimki Ahmet bey’e karşıda son derece adil ve sabırlı davranacaktı.

Odadan çıkıyorum ve kapıyı kilitliyorum. Saat 17:30’u gösteriyor. Ne gün ama. Sürprizle başladı sürprizle devam ediyor. Ama benim başka bir sürpriz daha kaldıracak halim kalmadı. Kendimi çok güçsüz, mutsuz ve tüm enerjimi tüketmiş hissediyorum. Şu an istediğim tek şey mesainin bir an önce bitmesi ve kendimi önce eve sonra yatağa atıp deliksiz bir uyku çekmek. Yorgunluktan geberiyorum. Aşkım şu an ne yapıyor acaba. Bugün işten fırsat bulupda bir kere bile arayamadım onu.

Cep telefonum çalıyor Aylin hanımın numarası, kalbim nasılda küt küt çarpmaya başladı. Elim bir türlü yeşil tuşa gitmiyor. Ama açmalıyım.Basıyorum yeşil tuşa.

- Aylin hanım?

29 Mart 2007
Haşim A.

24 Mart 2007

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - 2.Bölüm


- Bölüm 2 -

Burnuma gelen yanık kokularıyla uykumdan uyanıyorum. Bu yanık kokusu da nereden geliyor böyle? Mum gibi de kokuyor sanki. Sabahlığımı sırtıma geçirip çıkıyorum yatak odasından. Galiba banyodan geliyor bu yanık kokusu. Banyoya girmemle birlikte yanık kokusunun sebebi de ortaya çıkıyor.

Ah aşkım ah. Ben sana daha ne diyim ki. Kaç kere söyledim sana işin bitince şu mumları söndür diye. Dilimde tüy bitti valla. Ama öğretemedim ben hala. Ben nasıl temizliyeceğim şimdi bu mumu her tarafa akmış yapışmış. Gitti o çok sevdiğim caaanım yeşil havlu. En azından bir yerler tutuşmamış bir de uykudan kalkıp yangınla uğraşmak da vardı. Bak yine klozetin musluğunu tam sıkmamış hala akıyor su -aynı zamanda para- boşa. En iyisi önce şöyle güzel bir türk kahvesi yapıp kendime geleyim. Sonra temizlerim buraları. Aman Allahım bu mutfağın haline ne böyle. Alt tarafı bir sandawich yaparken , insan nasıl bu kadar batırabilir ki mutfağı. Arkadaşlarım bana kızsada onu mutfağa sokmamakla çok haklıyım aslında. Onun bu dağınıklığını toplamak, onun yaptığını yapmaktan çok daha zor benim için. İyi ki başım ağrıyor diye dün erken yattım. Evin haline bak. Her tarafı bok götürüyor. Salon nasıldır şimdi kimbilir? Pijamasının altı bir koltuğa, üstü diğer koltuğa yayılmış, çoraplar da birbirlerine tutkuyla sarılmış top şeklinde koltuğun altında hepbirlikte keyif yapıyorlardır inan olsun. Radyoyu açayımda biraz neşem yerine gelsin.

- Dark Lady laughed and danced and lit the candles one by one.

Aaaaay canım bu, onun bu aralar en çok sevdiği şarkı. Dağınıklığına kızsam da, söylensem de çok seviyorum ben onu yaaaa. Delimiyim neyim. Bak düşününce yine özledim valla. Ne çatlak karıyım ben böyle. Eşşek sıpası biraz derli toplu olsa aslında baldan yenmeyecek. Nasılda sessizce çıkar odadan sabahları beni uyandırmamak için. Hiç farketmedim valla bu sabahta ne zaman uyandığını, odadan nasıl çıktığını. Yoldadır o şimdi. Aşşşşşkıııııım benim. Canım kocam.

Geçen gün düşünüyorumda 15 yıl olmuş onunla evleneli. K o s k o c a o n b e ş yıl. Allah için bana karşı her zaman saygılı olmuştur benim aşkım. Özel günlerimizi hiç bir zaman atlamaz. Ama küçük, ama büyük, bazen bir buket çiçek, bazen tek taş pırlanta yüzük, muhakkak bir şey alır gelir her zaman benim aşkım. Gözü hiç bir zaman dışarıda olmamıştır. Zaman zaman kendini tamamen işe kaptırıp açık açık söylemeyi unutsada beni sevdiğini bilirim her zaman. Bu akşam ona güzel bir sürpriz hazırlayayım ben en iyisi. Şöyle güzel bir masa donatıp, üzerime dekolte bir şeyler giyeyim. Hafif bir müziğin eşliğinde, mum ışığında romantik bir yemek ve ardından………………… :) Uzun zaman oldu valla böyle romantik şeyler yapmayalı. Gene kaptırdık kendimizi hayatın akışına gidiyoruz son sürat. Bu iş yoğunluğunda eminim ona da iyi gelecek bu romantik gece. Kaç aydır hep mesai, hep mesai. Yüzünü doğru dürüst göremez oldum ben kocamın yaaa. O da hiç ses çıkarmıyor ama çok yorgun düştü artık bu aralar.

Aslında hakikaten zaman zaman durup baltalarımızı bilememiz gerekiyor geçen gün bana anlatılan öyküdeki gibi. Dış dünyanın koşuşturmacaları arasında kendimize zaman ayırıp, kısaca da olsa yaşamımızı gözden geçirmemiz, gerçekten bize, artılarımızı ve eksilerimizi fark edebilme, kendimizi daha iyi tanımayabilme şansı veriyor. Bizi sonrası için çok daha güçlü ve çok daha etkin yapıyor. Bence de kendimize zaman ayırmak, kişiliğimizin güçlenmesi için "olmazsa olmaz" bir koşul. İhmal etmemek lazım aslında bu balta bileyleme işini. Ama nerdeeee unutuyoruz hep hayatın akışına -özellikle de işimize- kendimizi kaptırıp değirmen eşeği gibi dönüp duruyoruz.

Yaaa kim anlattıydı bu öyküyü bana? Tamam tamam hatırladım Nalan anlattı geçen gün. O da benim kişisel gelişimime destek olmak için hayatıma giren insanlardan sanırım. Ne çok şey ögrendim ben ondan. Hepsi benim için o kadar değerli, beni olgunlaştıran bilgiler ki. İnsanın hayatında böyle insanların olması o kadar güzel bir şey ki. Allahım sana yüzbinlerce kere teşekkür ediyorum. Onunla benim hayatlarımızın yollarını kesiştirdiğin için.

Bu arada kadın öylede marifetli ki. Kıskanıyor insan valla. Yemekleri tek kelimeyle nefis. Kardeşim ben de alıp tarifini yapıyorum ama onun gibi olmuyor bir türlü. Geçen akşam sıcak sıcak bir börek yollamış tadı damağımızda kaldı Murat’la ikimizin.

Hadiiii Mine hanım yayıldın bakıyorum yine. Kalk Kalk. Kızım kaldır koca poponu onca iş seni bekliyor. Olsuuuuun benim aşkım o koca popoma bayılıyor bir kere :)

Önce evi toplayayım. Sonra bir duş ve doğru kuaföre. Akşama da ona çok sevdiği Alfredo soslu tavuklu fettucini ve bol yeşillikli akdeniz salatası yaparım. Tatlı olarak birde suffle yaparsam akşam çıldırır artık benim aşkım. Yanına da kırmızı sarabımızı açarız. Ay şimdiden heyecanlandım valla harika bir gece olacak. Aman Allahım saat 11:30 olmuş hemen işe koyulmalıyım yoksa yetişmeyecek…………………..

Çok yoruldum ama evde pırıl pırıl oldu valla. Üstünede bu duş ilaç gibi geldi. Nasıl bir şeyse şu su, vücudundan akıp giderken insanın bütün yorgunluğunu da alıp götürüyor. Yazın su kesintisi falan olursa kafayı yerim ben herhalde.

Aynada cildime bakıyorum. Ne güzel hatunmuşum ben yaaa. İnsan 40’ı devirince anlıyor sanırım bunu. Hayatımda kendimle en çok barışık olduğum, içindeki gerçek beni keşfettiğim dönem bu sanırım. Tek kusurum şu bacaklarım valla. Hallerine bak resmen portakal gibiler iğrenç gözüküyorlar. Ne yapacağım ben bu selülitlerle. Geçen yıl ne guzel masaja gidiyordum. Azalmışlardı bayağı. Sonra evin kredisi çıkınca bırakmak zorunda kaldım. Yaz da geldi ne yapacağım şimdi. Yine başladı benim kabusum. Bu arada bugün bir de ağda da yaptırsam fena olmayacak hani. Allah beni bilmiş de böyle tombul bacaklı yaratmış. Şöyle manken gibi ince uzun bacaklarım olsaydım valla çekerdim mini eteği altıma. Sonra tabi papaz olurduk herhalde Murat’la.

Telefon çalıyor.

- Alo Nadya senmisin?
- Bi dakka, bi dakka ağlama bitanem. Tane tane konuş. Sakin ol lütfen. Ne oldu sana böyle. Buluşalım istersen, bak sen iyi değilsin.
- İşim var birazdan dışarı çıkacağım sana gelebilirim. Tamam madem buluşmak istemiyorsun, o zaman sakin ol ve yavaş yavaş anlat bana ne olur.
- Neeee Haluk seni aldatıyor mu? Tatlım nereden çıkardın şimdi bunu sen? Çok fazla mesaiye mi kalıyor? Eve hep geç mi geliyor? Ne var bunda yaaa. Murat’ta bu aralar nerdeyse her akşam mesaiye kalıyor. Tatlım bak bu aralar şirkette işler yoğun sanırım. Bildiğim kadarıyla onlar 2007 ‘i büyüme yılı ilan ettiler. O aşşağılık Genel Müdürleri yüzünden yeni adamda alamıyorlar. Olan bizimkilere oldu tabi. Zavallıların işleri ikiye katlandı.
- Eve geldiğinde seninle de hiç ilgilenmiyor mu?
- Dur dur bakim sen. Hemen öyle erkek milletinin hepsinin köküne kibrit suyu dökme. Naparız sonra biz onlarsız. Önce sen beni bir dinle.
- Bak tatlım bana da Murat itiraf etmişti geçtiğimiz yıllarda. Bende sana anlatayım.

Onlar aslında birer mağara adamıymış. Sarsılmadın değilmi canım? Yani bizler birer mağara adamı ile evliyiz aslında. Şaka bir yana, onlar stresli oldukları dönemlerde ancak kafalarının içindeki mağaralarına kapandıklarında çözüm bulabiliyorlarmış. Yani bizim gibi çenelerine vurmuyormuş onların sorunları, stresleri. Bizler sorunlarımız hakkında konuşarak rahatlayabiliyorken. Onlar sorunları hakkında fikir almaları gerekmedikçe, kimseyi sorunlarıyla ilgili rahatsız etmek istemiyorlarmış. Bunun yerine susup, bu sorunu düşünmek için mağaralarına çekilirlermiş. Bir çözüm bulduğunda da kendilerini çok daha keyifli hissedip mağaralarından çıkarlarmış. Ha bu arada bizim resimlerimiz de mağarada duvarda asılıymış tabiki :) Bizler onları kendimiz gibi düşünüp bizimle konuşmaları için üstlerine yüklendiğimizde mağaradaki kaldıkları bu süreci uzatmış oluyoruz aslında.

Murat’ta bunu John Gray’in Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten isimli kitabında okuduğunda, sadece kendisinin böyle olmadığını, dünyadaki bütün erkeklerin böyle olduğunu öğrenince accayip sevinmişti. Heyecan içinde bana da anlatmıştı o zaman.

Biliyorsun Haluk benim üniversiteden arkadaşım. Senden çok daha uzun süredir onu tanıyorum. Haluk’a güven sen. Benim tanıdığım Haluk asla seni aldatmaz. Onun o taraklarda asla bezi yoktur. Dürüst çocuktur o. Kocanın kıymetini bil onu üzme bakim sen. Hadi gül bakim benim canım arkadaşım. Biraz rahatladın galiba ağlama sesi kesildi sanırım.

Bak tatlım Robin S. Sharma’nın Ferrari’sini Satan Bilge isimli kitabını okudun mu bilmiyorum ama. Onda şöyle bir paragraf vardı; beni çok etkilemişti. Bu yüzden aklıma kazındı. Şöyle diyordu o paragrafta,

“Artık zihninin verimli bir bahçe olduğunu ve ürün vermesi için onu hergün beslemen gerektiğini biliyorsun. Saf olmayan düşünceler ve eylemler gibi zararlı otların zihin bahçeni ele geçirmesine asla izin verme. Zihninin bahçesinin bekçisi ol. Onu sağlıklı ve güçlü duruma getir; yaşamında mucizeler yaratması buna izin vermene bağlı.”

Bence aklından böyle kötü düşünceleri uzaklaştır. Dünya efendisi kocanın kıymetini de bil. Böyle gerçek olmayan zararlı düşüncelere kendini kaptırıp, onu da, kendini de üzme bakayım.

Artık rahatladın sanıyorum. Öpüyorum seni bi tanem. Yarın bana gelsene oturur laflarız biraz. Şimdi kapatmam lazım. Daha kuaföre gideceğim. Sonra eve gelip yemek hazırlayacağım işim çok kısacası. Akşama çok özel planlarım var Murat’la. Bu gece onu ağıma düşürüp, kötü emellerime alet etmek istiyorum. :) Hoşçakal canım.

Çok hızlı hazırlanıp çıkmam lazım. Çok geç kaldım. Çok geç kaldım.

Herşeyi aldım di mi? Evet çantamı aldım. Cep telefonum elimde. Arabanın anahtarı cebimde. Tamamdır kapıyı kapatabilirim. Kapıyı da kilitleyelim ne olur ne olmaz. Buralarda hırsızlık vakaları arttı bu aralar.

Allah kahretsin. Ne yapacağım ben şimdi? Acele işe şeytan karışır diye boşa dememişler.

24 Mart 2007
Haşim A.

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - 1.Bölüm

- Bölüm 1 -

Bu sabahta yine her sabahki gibi kendimi çok keyifli hissediyorum. Yataktan kalkarken yorganın altında büzüşmüş, hala uyumakta olan aşkımın sıcacık yanağına, onu uyardırmadan küçük bir öpücük kondurup, ayaklarımın ucuna basa basa sessizce odadan çıkıyorum. Kapıyı yavasça kapatıp, her sabahki asli görevlerimi ifa etmek üzere banyoya giriyorum. Elektriği açmak için düğmeye basıyorum. Ama o ne! Da-na-na-nan günün ilk hoş! sürprizi. Elektrikler kesik. Süpper, bu demek oluyor ki güne mum ışığında romantik bir traşla başlayacağım. Çok hoş! Bugün hiç bir şeyin bu keyfimi kaçırmasına asla izin vermeyeceğim. Arkadaş, bugün bende bir dönem internette öyküsü dolaşan meşhur Michael gibi, önümde bulunan iki şeçenekten kötü bir ruh halinde olmak yerine, iyi bir ruh halinde olmayı tercih ediyorum. Önce doğru mutfağa. Cezvede traş suyumu ısıtıyorum. Doğru tahmin. Çünkü elektrikler olmayınca kombide çalışmıyor doğal olarak. Gelişmiş teknoloji işte ne yaparsınız! Sonra mum ışığında aynadaki benle romantik bir şekilde bakışarak traşımı oluyorum. Bir kaç küçük kesikle traşımı tamamlıyorum ve banyodaki o muhteşem romantizmde sona eriyor. Dolaptan en sevdiğim füme rengi çizgili takım elbisemi seçiyorum. Çünkü bu elbise içinde kendimi accayip yakışıklı hissediyorum. Buzdolabından akşam hazırladığım sandwichimi de kapıp kendimi evden dışarı atıyorum. Karşı komşumuz suratsız Hayrunisa teyzemiz de kapıda. Ne hoş. Gülümsüyorum ona. Bugün içimdeki bu pozitif enerjiyi etrafıma bulaştırmak için azimliyim. Bugünkü misyonum bu olsun. Bakalım kaç kişiye faydam dokunacak.

- Günaydın Haynunisa teyzecim :)


Hayrunisa teyzeden ses yok. Kapıdaki gazetesini alıp kapıyı kapatıyor yüzüme.Yani elde var sıfır. Olsun ölmek var dönmek yok artık bu yolda. Apartmandan çıkıyorum. Bugün kesinlikle gecikmemeliyim. Yağmur çiseliyor ama şanslıyım çünkü dün akşam da şansım yaver gitmiş arabayı eve yakın bir yere park edebilmiştim. Hızlı adımlarla arabanın yanına geliyorum o da ne? Da-na-na-nan günün ikinci hoş! Sürprizi. İnanamıyorum yaaaa sol arka lastik patlamış üstelik hem de kaldırım tarafı. Hayır dostum bugün kesinlikle kızmak yok. Hatırla lütfen sen bugün Michael gibi iyi bir ruh halinde olmayı tercih etmiştin. Ayrıca bugünkü misyonunu da unutma lütfen. Tamam tamam. Önce bagajdan eski yağmurluğumu alıp giyiyorum üzerime. Arabayı öne ve arkasına neredeyse hiç mesafe bırakmadan parketmiş iki araç arasından zorlukla çıkartarak, uygun bir yere çekiyorum ve ahmak ıslatan yağmur altında lastiği değiştiriyorum. Tahmin ettiğiniz gibi ben ıslanmıyorum çünküüüüü tabiki ben ahmak değilim. Bugün kötü başladı ama bundan sonrası için çok güzel birgün olacak eminim. Arabaya biniyorum radyomu açıyorum Dark Lady – Isaac Angel çalıyor inanamıyorum. Sanırım Allah bana acısı yavaş yavaş herşey yoluna giriyor. Bu aralar en çok sevdiğim şarkı bu. Açıyorum sesi iyice başlıyorum eşlik etmeye “Dark Lady laughed and danced and lit the candles one by one” ve artık işe doğru keyifle yola koyuluyorum. Neyseki o igrenç İstanbul trafiğine rağmen vaktinde işe gelebildim. 9:30 da Genel Müdür ile bir toplantımız var. Eğer bu toplantıyı kazasız belasız atlatırsam bugün artık bir daha sırtım yere gelmez.

Hayrunisa teyze gibi selamsızda oturan sevgili Genel Müdürüm umarım bugün sol tarafından kalmamıştır. Tabi ya iyi ki aklıma geldi en son okuduğum yöntemi deneyeyim şimdi. Gözlerimi kapadım onu minicik yüz hatları ve masum bakan gözleri ile minik bir çocuk olarak hayal ediyorum. Canım benim ne şeker görünüyor bu haliyle. Tabi yaaaa çocuk işte. Hata yapması son derece doğal. Anlayışla karşılamak lazım onu da. Allah, iyi insan düşüncesinin üstüne gelirmiş. Zebellah gibi kapıda göründü.

- Ahmet bey günaydın:) Nasılsınız? :)
- ……………………………….
- Nereden başlayalım. İsterseniz önce…
- Fizibilite raporu nerede? Bunlar ne?

önündeki sayfaları bana doğru fırlatıyor, uçuşan sayfalar teker teker masaya doğru inişe geçiyorlar. Sakin ol dostum. Aldığın ev kredisini düşün. Nasıl ödersin onca parayı sen. Daha kredinin bitmesine beş yıl var. Kimse sana bir gece için Şehrazat gibi 150.000 usd vermez. Sakin ol lütfen.

- Ahmet bey sizinle geçen toplantımızda önce bu draft çalışmanın üstünden geçeriz sonra fizibilite raporunu hazırlarız diye konuş…
- Bana masal anlatma. Rapor varmı onu söyle? Hazırladın mı, hazırlamadın mı? Ben seninle geçen toplantıda ne konuştuğumu çok iyi biliyorum.
- Rapor henuz hazır değil efendim isterse..
- Rapor en geç 17:00 de masamda istiyorum. Bugün erken çıkacağım. Bir daha da hazır olmadan sakın beni toplatıya çağırma!

kapıyı suratıma çarparak odayı terk ediyor. Dişlerimi sıkıyorum.

- Ne diyim ki. Allah seni bildiği gibi yapsın. Aşşalık herif.

İşte korktuğum başıma geldi. Allahım neden? Neden Allahım? Sabrımımı sınıyorsun yoksa bugün benim? Şimdi ben ne yapacağım? 17:00’e kadar bu raporu yetiştirmem gerçekten çok zor. Ayrıca ilerleyebilmem için öncelikle onun karar vermesi gereken noktalar da var. Şimdi hayatta ona bunları soramam.Sakin olmalıyım. Evet önce sert bir kahve içmeliyim. Tamam dostum don’t panic. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol. Derin derin nefes al üç kere. Biliyorsun böyle söylüyor bütün uzmanlar. Nemenem bir şeyse güya bu insanı sakinleştiriyormuş. Bir,iki,üç. Ne yapacağım şimdi ben? Michael dostum senden çok özür diliyorum. Bugün sana eşlik edemeyeceğim. Bugün iyi bir ruh halinde olmayı inan gerçekten çok istedim sende biliyorsun. Fakat görüyorsun ki şartlar bugün buna pek el vermiyor.

Odama gitmek için toplantı salonundan çıkıyorum. Karşıdan sevgili Kenan Sızlar geliyor. Şu an hiç onu çekecek durumda değilim. Adamın hayatı sikayet ve dedikodu. Bütün enerjimi tüketiyor her seferinde. Zaten dip yapmış olan enerjimin son kırıntılarını da bugün ona kesinlikle kaptıramam.

- Günaydın:) Sana bomba gibi bir haberim var. Jale’yi duydun mu?
- Kenancım günaydın. Sen sokratesin üçlü filtre testini duydun mu hiç? Bak istersen onu uygulamalı olarak sana anlatayım ben. Hatta hemen Jale örneği ile başlayalım.

Kenan şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor. Nutku tutuldu. Devam koçum mikrofonu ona kaptırma sakın.

- Benimle Jale hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir düşünce olabilir. Buna Sokrates’in neden ‘Üçlü filtre testi’ demesinin nedenini birazdan anlayacaksın. Şimdi birinci filtre, ‘Gerçek Filtresi’. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”
- Hayır. Aslında bunu yalnızca duydum ve…..
- Tamam. Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, ‘İyilik Filtresi’. Jale hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi birşey mi?”
- Hayır, tam tersi….
- Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘Yararlılık Filtresi’. Bana Jale hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?
- Hayır, pek değil.
- İyi ozaman. Bu durumda eğer, bana söyleyeceğin sey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana niye söyleyesin ki. Kenancım hoşçakal.

Ben odama doğru yürürken Kenan’ın arkamdan bir müddet şaşkın şakın baktığını hissedebiliyorum. Hızır gibi yetişti sokratesin üçlü filtresi valla. Çok okumanın faydaları işte.

Odamdayım ve bilgisayarın başında boş gözlerle bilgisayara bakıyorum. Başlamam gerekiyor artık. Saat 10:45 hala hiç bir şey yapabilmiş değilim. Bir yerden başlamam gerekiyor. Karar ver dostum problemin mi yoksa çözümün parçası mı olmak istiyorsun? Biliyorsunki iki şey seni geri bırakıyor. Kararsızlık ve cesaretsizlik. Cesaretli ol, karar ver ve kollarını sıva bakalım.

Karar veriyorum. Evet ben bu raporu yetiştireceğim ve saat 17:00 de teslim edeceğim o saygı değer Genel Müdürüme! Evet evet gerekirse yemek yemem, tuvalete gitmem ama yinede yetiştiririm bu raporu. Önce açık noktalar için Operasyon&Lojistik Direktörü Aynur Peri’den destek almalıyım o beni sever. Kesinlikle bana yardımcı olacaktır adım gibi eminim. Allahıma şükürler olsunki onun gibiler de var bu şirkette. Dahilisi kaçtı onun xxzz sanırım. Evet çalıyor. Aynur hanım açın ne olur telefonu.

- Aynur hanım günay… Fatma sen misin? Yok mu Aynur hanım? Yurtdışında mı? Yarın mı gelecek? Teşekkürler Fatma. Yok yok iyiyim ben sağol. Bugün işim biraz çokta. Görüşürüz. Hoşçakal.

Allah kahretsin. Yurtdışına gidecek günü bulmuş. Şansa bak. Oğlum saçmalama bak sakın ağlamaya kalkma. Topla kendini. Tamam o zaman birbirimizi çok sevmesekte Satış ve Pazarlama Direktörü Nuri Kararsız’dan yardım isterim bende. Dahilisi kaçtı onun?

- Nuri bey günaydın :) Sizden yeni projelerimizle ilgili açık kalan bir kaç konu için destek rica edecektim. Ahmet bey’e bugün raporu sunabilmem için bu konuları acilen netleştirmem gerekiyor. Bana yardımcı olursanız inanın çok memnun olurum Açık konular mı?............................................................Bunlar tam olarak sizin konunuz değil bende biliyorum ama Aynur hanım yurtdışında, Ahmet bey çok meşgul, ona sormam mümkün değil. Raporu da benden 17:00 de istiyor. Anlıyorum Nuri bey. Bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim!

Allahım hala başladığım noktadayım. Kendim karar veremem bu konularda. Ulan ucunda ölüm yok ya gidip soracağım kendisine. İnceldiği yerden kopsun yaaa. Ondan korkan onun gibi olsun. Tanrım beni böyle sınıyarak ömründen kaç yıl alıyorsun bugün acaba? Şeytanda yanı başımda bu arada diyorki aslında şu an bütün eşyalarını topla hiç haber vermeden çık git. Ama yapamam ki. Kenarda kıyıda hiç birikimim kalmadı bende geçen yılki furyaya kendimi kaptırıp bir ev aldım. Bütün birikimimi bu eve yatırdım. Birikim bir yana daha ödemem gereken 60 aylık kredi borcu var sırtımda. Genel Müdür Asistanımız Aylin hanım’dan rica ederim bende.

- Aylin hanım bugün harika görünüyorsunuz. (Pis yalancı seni) Benim Ahmet bey’le acil görüşmem lazım. Yoksa benden istediği raporu yetiştirmem mümkün değil. Tabi tahmin edersiniz ki bunu bu şekilde ona asla söyleyemem. Ne olur bana yardım edin. Beni onunla görüştürün.
- Bu mümkün değil. İnan sana yardım etmeyi çok isterim ama bana kesinlikle rahatsız edilmek istemediğini söyledi. İçeride birşeylerle uğraşıyor. Bugün zaten burnundan soluyor. Böyle bir şey yapmam mümkün değil. Kapının önüne koyar valla beni.

Yeter artık bu kadarı da fazla daha fazla dayanamayacağım. Bugün kanka vaziyetinde elini omzuma atmış benimle birlikte dolaşan şeytana uyup üstümü başımı parçalayıp, avaz avaz yangın var diye bağıracağım şimdi. Bir anda gözüm kararıyor ve direkt Ahmet bey’in kapısına yöneliyorum. Hızlı bir şekilde peşpeşe iki kere kapısını tıklayıp cevap bile beklemeden kendimi içeri atıyorum.

- Ahmet bey…..

Allah kahretsin………..

23 Mart 2007
Haşim A.

19 Mart 2007

Bir ben var bende, benden öte benden ziyade.....

İnsan yazmaya başladığında bir anda hayata bakışı ne kadar değişiyor değil mi?

Gördüğü herşeyden;
bazen seyrettiği bir filmden,
bazen gazetede okuduğu bir haberden,
bazen herhangi bir yerde gözlemlediği insan ilişkilerinden esinlenip kendinize yazmak için hemen yeni bir konu çıkartabiliyor.

Sizi bilmem ama ben artık yanımda küçük bir defter taşıyorum sırf bunun için. Yazılarımda kullanmak üzere aklıma gelen herşeyi unutmadan kaydediyorum bu deftere. Yoksa aklıma gelen çok hoş konular yazmazsam aklımdan uçup gidiyor valla.

Bu okuduğunuz yazıyı da, yine geçenlerde yazdığım bir yazıya gelen yorumdan ilham alarak yazıyorum.

Konuya geçmeden önce size bir şey sormak istiyorum.İzin verirseniz.
Hayatınızın merkezinde kim var? Siz mi? Yoksa çok sevip değer verdikleriniz mi?
Eşiniz? Çocuğunuz? Anneniz? Aileniz?

Tamam tamam bu sefer ben başlıyorum önce, herşeyi itiraf ediyorum size.

Birçoğumuz kendimizi o kadar çok sevdiklerimize odaklıyoruz ki, yaşadığımız hayatın aslında bizim hayatımız olduğunu tamamen unutup belkide hiç farkına bile varamadan kendimizi sevdiklerimizin birer psikolojik kölesi konumuna getiriyoruz.

Ben de maalesef yıllarca hayatımın merkezine kendim yerine hep sevdiklerimi koydum. Kantarın ayarını bende onlardan yana bayağı bir kaçırdım o dönemlerde. Onlar mutlu olduğunda bende mutluyum sandım. Buna kendimi yıllarca çok da güzel inandırdım.

İnsanın kendi duygularını bilinç altında bastırıp, onların sesini iyice kısması, onları duymaması veya duyamaması, sevdiklerinin duygularını çoğu zaman onlardan bile önce hissedip ona göre davranması, kendini ve kendi mutluluklarını zamanla tamamen unutup, onlar mutlu olduklarında kendini de gerçekten mutlu sanması, bence çok büyük bir talihsizlik aslında.

Bir gün hiç beklemediğiniz bir anda bu var olduğunu zannettiğiniz mutluluk tablosu iskambil kağıtlarından yapılmış kuleler gibi darmadağın olabiliyor. Benim de unuttuğum kendimi hatırlamam, aynen böyle hiç beklemediğim bir zamanda oldu.

Nadir yalnız olduğum günlerin birinde bir anda karşımda yıllardır ihmal etmiş olduğum beni buldum. Çok mutlu olduğuna inanan ama aslında pek de mutlu olmayan ben, karşıma dikilmiş hesap soruyordum artık kendimden. Yıllarca bir kenarda unutulmuş olmanın hiddeti ile dayanamayıp, dostum artık farketmen gerekiyor ki “bir sen var sende senden daha içeri” diye başlıyordum anlatmaya. O yıllardır unuttuğun “senin içindeki sen” ’inde kendi istekleri, kendi ihtiyaçları, kendi zevkleri, kendi mutlulukları var diye nasıl da haykırıyordum yüzüme. İşte o an, sevdikleriniz mutlu olduğunda sizinde çok mutlu olduğunuza dair kendinize söylediğiniz yalanınız da bir tokat gibi iniyor suratınıza. İşte o an hayatınızın bir kırılma noktası oluyor aslında. Hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı yeni bir dönem başlıyor hayatınızda.

Tabi bu ortaya çıkan yeni durum sadece sizi etkilemekle kalmıyor aynı zamanda sevdiklerinizde de bir değişimi zorunlu kılıyor. Sizi yeni biriyle, sizi sizinle paylaşmak zorunda kalmaları onlarda da bir şok etkisi yaratıyor doğal olarak. Bugüne kadar ne zaman ihtiyaçları olsa onlara yardım etmek için hep hazır olan siz, artık onlar istediğinde hep hazır değilsiniz. Ama onlar bugüne kadar istek ve ihtiyaçları için hiç sıra beklemedikleri, hiç ikinci sıraya düşmedikleri, hiç reddedilmedikleri için buna hiç alışık değiller. Şimdi sizin kendi istek ve ihtiyaçlarınız yüzünden onlarında zaman zaman beklemeye, hatta bazen reddedilmeye bile artık alışmaları gerektiğini onlara anlatmanız gerekiyor. Bu yüzden yeni dengeler oturana kadar sizi zorlu bir süreç bekliyor. Zaten hakkınız olan bir şeye yeniden sahip olabilmek için mücadele vermeniz, bunun doğruluğuna hem kendinizi, hemde çevrenizi inandırmanız gerekiyor.

Özellikle evlenip sevdiğimiz bir insanla hayatımızı birleştirdiğimizde düşmüyor muyuz bir çoğumuz bu hataya? Sırf bu yüzden biten evliliklere tanık olmuyor musunuz biraz derinine inip sorguladığımızda? Kendimizi tamamen gözardı ederek, bu şekilde davranmakla hem kendimize, hem de sevdiklerimize haksızlık etmiyor muyuz aslında?

Neden aynı dalda iki ayrı elma olmak yerine, bir elmanın iki yarısı olma yanılgısına düşüyoruz.

Ben şanslıyım. Geçte olsa, değişim süreci benim için zorluda geçse, yaptığım bu çift taraflı haksızlığı ve “benim içimdeki kimsesiz kalan beni” farkedebildim. Bu değişimin doğru bir şey olduğuna hem kendimi hem de sevdiklerimi inandırabildim. Sevdiklerimle elele verip hayatımda yeni ve sağlıklı dengeler oluşturabildim.

Peki ya siz ne düşünüyorsunuz bu konuda ? Siz hangi taraftasınız acaba?
19 Mart 2007
Haşim A.

11 Mart 2007

Dünya mı çok fazla globalleşti, yoksa bizler mi yaşlandık...

Sultanahmet’teki ahşap konakta o gün bir hareketlilik göze çarpıyordu. Herkes konak içinde bir taraftan diğer tarafa koşuşturuyor sanki bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyordu. Bütün komşular eve doluşmuş, hepsi tatlı bir keyif içinde ellerinden geldiğince çok sevdikleri Hayrunisa hanıma yardımcı oluyorlardı.
Salondaki duvarda asılı olan guguklu saatin kapağı açıldı ve artık aileden biri haline gelen, o gagası kırmızı kendisi beyaz ve mavi renkli sevimli küçük kuş, telaş içinde sanki uykusunu bölmek istemiyormuş gibi saatten dışarı hızla fırladığı gibi “guuuguk” dedikten sonra hızla tekrar yuvasına girip kapısını kapattı. Onun kapısını kapatmasıyla birlikte yanık sesli müezzinin okumaya başladığı ögle ezanı evin içini doldurdu. Ne de güzel okurdu şu ezanı müezzin Muhittin efendi, insanın içini duyduğu ezan ile birlikte büyük bir huzur kaplar asla ezan hiç bitsin istemezdi.

Üst kattaki ebeveyn odasının oymalı kapısı yavaşça açıldı ve Hayrunisa hanım üst kattaki 3 odanın da kapılarının açıldığı, tavanı kalem işi süslemeli göbekli o büyük sofaya çıktı. Cumbadaki divanın üzerinde bulunan yastıktan kaymış beyaz dantel örtüyü farkedip düzelttikten sonra, ahşap tırabzanlara yaklaşıp aşağıya doğru yavaşça seslendi.
- Dilruba kalfa hazırlıklar nasıl gidiyor? Her şey yolunda mı?
Dilruba kalfa elinde içinden dumanlar çıkan kuşgana ile mutfak kapısından kafasını uzatıp.
- Sen gönlünü ferah tut hiç bir sorunumuz yoktur. Allaha şükür her şey yolunda.
diyerek sevgiyle gülümsedi Hayrunisa hanıma. Mutfağa girdikten sonra başını göğe doğru kaldırıp Allah'a bir kez daha şükretti, ona Hayrunisa hanım’ın evinde çalışma şansını bahşettiği için. Hayrunisa hanımı iki kızından hiç ayrı tutmaz onuda kızı gibi severdi. Hayrunisa hanımda Allah için ona her zaman sevgi ve saygı ile yaklaşırdı, işine hiç bir zaman karışmaz, ona her zaman çok güvenirdi. Eğer ki yardıma ihtiyacı olduğunu farkederse de, ona destek vermek için hemen kolları sıvar onun yanında yer almaktan da asla çekinmezdi.
Hayrunisa hanım da gönül rahatlığı ile kızı Bihter’in odasına doğru yürürken Allah’a bir kez daha şükretti. Onunla Dilruba kalfanın yollarını kesiştirdiği ve ona onunla çalışma şansını bahşettiği için. Dilruba kalfa her zaman ikinci bir anne gibi manevi destek olmuştu ona. İşini hasta bile olsa hiç bir gün aksatmaz, her zaman kendi eviymişcesine mükemmel bir şekilde yapardı. Onun sayesinde hayat Hayrunisa hanım için her zaman çok keyifli olmuştu. Onun sayesinde her zaman eşi ve kızına ayıracağı çok fazla zamanı olmuş, onlarla hayatı çok daha geniş zamanlarda paylaşabilme şansı bulmuştu.
Hayrunisa hanım kızı Bihter’in odasının kapısını iki kere tıkladı. İçeriden Bihter’in heyecan dolu sesi duyuldu.
- Sen misin anneciğim? İçeri gelsene.
Hayrunisa hanım kapıyı açıp içeri girdiğinde Bihter’i aynanın karşısında heyecan içinde, elinde gümüş kabartmalı saç fırçası, saçlarına şekil vermeye çalışırken buldu.
- Anne ne olur bana yardım et. Bir türlü karar veremiyorum saçlarımı nasıl yapacağıma. Sen ne dersin topuz mu yapayım. Yoksa açık mı bırakayım?
Hayrunisa hanım sevgiyle kızının yüzüne baktı. O altın sarısı saçları, o okyanus mavisi gözleri, o saf, masum yüzü ile onun her hali ayrı bir güzeldi. “Kuzguna yavrusu anka görünür” derler diye düşündü bir an kendi kendine. Ama Bihter’in güzelliği bütün mahallelinin dilindeydi zaten. Belki de Ali Rıza bey ile yaşadıkları, yılların eskitemediği o büyük aşkın saflığı ve güzelliği yansımıştı Bihter’in yüzüne.
Kevelciler Çarşısı'nda semaverci Münir efendi mahdumlarından Ali Rıza bey.
Birlikte geçirdikleri 23 yıla rağmen hala birbirlerine doyamamışlardı. Hala onu düşündüğünde Hayrunisa hanımın içi titriyor, yüreği hızla çarpıyordu. 23 yıldır her akşam o gelmeden önce muhakkak sofrayı kurdurur, yemekleri ısıttırır, terliklerini kapı önünde hazır eder, tülün arkasından heyecan içinde onu beklerdi. Ali Rıza bey’de her zaman işten çıkar çıkmaz, hiç bir yere uğramadan soluğunu evinde ailesinin yanında alırdı. Hayrunisa hanıma karşı bir gün bile sesini yükseltmemiş, ona karşı her zaman hassas, anlayışlı ve sevecen olmuştu.
- Anneciğim ne oldu daldın yine. Yoksa sen yine babamı mı düşünüyorsun?
diyerek gülümsedi Bihter. Hayrunisa hanım açıkca cevap vermesede, yüzündeki o tatlı tebessüm onaylıyordu söylediğinin doğru olduğunu aslında kızına.
- Gel bakayım dön arkanı çök önüme. Sana bu akşama özel şöyle güzel bir topuz yapalım
diyerek aynalı dolabın üzerinden firkete kutusunu alıp camın önündeki, kündekari tarzı el oymalı sehpanın yanında duran ipek yüzlü koltuğa oturdu ...................................................
............................................................................................................................................................
........................................................................................................................................................................
Samandıra’daki Our Village’deki 248 numaralı villada o gün aşırı bir hareketlilik göze çarpıyordu. Le Chick isimli catering firması personeli beyaz eldiven ve önlükleri, ellerindeki tepsiler ile villa, bahçe arasında mekik dokuyorlar, şeflerinden fırça yeme korkusuyla, herşeyin mükemmel olması için vargüçleriyle çalışıyorlardı.
Üst kattaki ebeveyn odasının sürgülü kapısı otomatik olarak açıldı ve Melisa hanım üst kattaki 8 odanın da kapılarının açıldığı o büyük antre’ye çıktı. Bugün için özel olarak satın aldığı Versace marka yeşil şifon elbisenin üzerinde nasıl durduğunu bir kez daha görmek için banyodaki büyük boy aynaya yöneldi. Banyoya girdiğinde her zamanki gibi aralık bırakılmış olan saunanın kapısını görüp kapattı. Elbisenin üzerinde çok hoş durduğuna bir kere daha kanaat getirdikten sonra, banyodan çıkıp metal korkuluklara yöneldi ve aşağı kata doğru yavaşça Moldova’lı Gabriela’ya seslendi.
- Gabriela hazırlıklar nasıl gidiyor? Her şey yolunda mı?
Gabriela mutfaktan antre’ye çıktı.
- Catering firması bütün detaylarla ilgileniyor hanımefendi. Bir sorun çıkacağını hiç sanmıyorum.
Gabriela etrafında karınca gibi koşuşturan insanlara boş gözlerle şöyle baktıktan sonra tekrar hüzünlü iç dünyasına geri dönüş yaptı. Yurdumdan kilometrelerce uzakta olan bu ülkede ben ne arıyorum ki diye düşündü. Bugün yapılmakta olan tüm bu hazırlıklar benim canım kızım Natalie için de yapılıyor olabilirdi.
Başrolünü oynadığımız hayat denilen tek perdelik oyun, böyle sürprizlerle doluydu işte. Yarın ne olacağını hangimiz biliyorduk ki. Zamanında büyük umutlar bağladıkları Sovyet Lider Gorbaçov’un "Perestroyka” ‘sı, bugün onu, umutlarının gitgide tükenmeye başladığı bu son noktaya getirmişti. Şimdi hayatını kazanabilmek için, ülkesinden ve ailesinden kilometrelerce uzakta yanlız başına çalışmak zorundaydı.
Melisa hanım kızı Günce’nin odasına doğru yürürken keşke evde yapmasaydık bu işi diye içinden geçirdi. Evin içinde yaşanan bunca telaşa hiç gerek yoktu aslında. Bu işi gayet uygun fiyata yapan bunca mekan varken sırf annesini kıramadığı için bu işi evde yapmak zorunda kalmıştı. Halbuki Paper Moon'un Polonezköy'de yeni açılan şubesi bu iş için biçilmiş kaftandı aslında. Allah'tan catering firması konusunda zorda olsa onu ikna etmeyi başarmıştı. Gabriela yarım yamalak türkçesiyle inşaallah bu işin altından kalkar diye düşündü.
Melisa hanım kızı Günce’nin odasının kapısını iki kere tıkladı. İçeriden Günce’in sesi duyuldu.
- Sen misin anneciğim? İçeri gelsene.
Melisa hanım kapıyı açıp içeri girdiğinde Günce’yi yatakta ipod’unu dinlerken buldu.
- Kızım sen hala hazırlanmadın mı Allah aşkına?
- Hazırlanacak ne var ki anne? Sen hiç merak etme ben her şeyi organize ettim. Birazdan Loss kuaförden kırık tarak Tanju gelecek saçımı yapmak için. Kıyafetim için ise Harvey Nicols ile konuştum Palladium mağazalarından aldığım elbiseyi terziden direkt buraya gönderecekler. Yani işin kısacası hiç bir sorun bulunmuyor anneciğim.
Tam o sırada Melisa hanım’ın annesi Bihter hanım kapıda göründü. Bihter hanım başına örttüğü beyaz uzun eşarbı ile, kapıda kızı Melisa ve torunu Günce’ye sevgiyle gülümsüyordu. Günce yataktan fırlayıp gel benim canım anneanneciğim diyerek koşup onu öptükten sonra, Bihter hanımın koluna girdi ve onu cam önünde bulunan etno-modern tarzdaki beyaz kanepeye oturttu.
- Anneanneciğim hadi bize seni istemeye geldikleri günü anlat.
dedi. Muzipçe gülümseyerek.
Bihter hanım ,
- Önce sen gel bakayım otur söyle dizimin dibine
diyerek Günce’yi dizinin dibine oturttu, onun altın sarısı saçlarını sevgiyle okşayarak başladı anlatmaya.
- O zamanlar şu an yerinde o meşhur Delighted alışveriş merkezinin bulunduğu Sultanahmet’teki o eski konakta oturuyorduk. O gün Dilruba kalfa ve bütün komşular............................................
11 Aralık 2006
Haşim A.

10 Mart 2007

Bana enerji vermeyen hiç bir şeyle birlikte olmak istemiyorum artık...

İşte yoğun geçen bir dönemin sonunda nihayet kendime ayırabilecek bir zaman aralığı bulabilmiştim. Uzun zamandır okuma fırsatı bulamadığım yeni yazıları okuyabilmek amacıyla takip olduğum bloglara hızlı bir dalış yaptım ve ilk gözüme çarpan, okuduktan sonra beni bir anda düşüncelere daldıran bir Yılmaz Güney yazısıydı. Şöyle anlatıyordu duygularını Yılmaz Güney o yazıda;

...hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili,
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı , kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım. Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

Bir an televizyonda Uğur Dündar’ın "Yoksa Rüya mı" programını izlerken gözyaşlarına hakim olamayan ve boğazında düğümlenen hıçkırıklarına yutmakta zorlanan beni düşündüm. Büyük bir doğal afet sonrası televizyonda yayınlanan, o yürek burkan görüntüleri, gazetelere basılan ve içlerinden dayanılmaz acılar fışkıran resimleri görmemek için haberleri sadece radyodan dinleyen beni....... Benim, hem benim, hem de hiç tanımadığım insanların o vazgeçilmez sancılarını, acılarını duyarak yaşadığımı düşündüm. Düşündüm ama, açıkcası fena oldum. Ben Yılmaz Güney gibi hem tanımadığım bu insanlara üzülecek hem de içindeki bütün bu acılara rağmen yaşamak güzeldir diyebilecek kadar güçlü, dirayetli olamadım maalesef henüz bu hayatta. Onların hayatı benim hayatım olup çıkıyor o anda, onların acısı benim acım olup, gelip oturuyor yüreğimin tam ortasına. Daha sonra, o kadar kolay kendimi çekip çıkartamıyorum ki ben tekrar onların dışına, dönemiyorum ki hemen kendi hayatıma.

Can Dündar’ın “Baktığınız Yere Dikkat Edin” adlı yazısı bu yüzden çok daha yakın geliyor bana. Şöyle anlatıyor Can Dündar o bana daha çok yakın gelen duygularını yazısında,

Sabah sol gözümde bir ağrı ve biraz kanla uyandım.
Öğleden sonra soluğu doktorda aldım.
Dünya tatlısı bir doktor. İlk bakışta çözdü derdimi." Direnç kaybına bağlı iltihaplanma..."
"Sorun gözünde değil aslında..." dedi doktorum. ".... baktığın yerde .....
Hep karanlığa bakmaktan feri sönmüş gözlerinin.
Yılgın düşmüşsün. Yorgunluk mikrobu, seni gözünden vurmuş".
Bu teşhisin ardından öyle bir reçete yazdı ki, dostlar başına:
"Pozitif düşüneceksin. Hayata sımsıkı sarılacaksın.
İşinden kafanı kaldırıp sevdiklerinle vakit geçireceksin.
Kendine yeni heyecanlar yarat. Sev ki hücrelerin yenilensin.
Sana enerji vermeyecek hiç kimseyle de birlikte olma..."

Benim bu haberleri görmek ve okumak istememem, yok farzetmek değil ki dünyada var olan bütün bu acıları. Defalarca okumak ve defalarca görmek, defalarca benim canımı yakmaktan başka hiç bir işe yaramıyor, eğer sadece onları seyretmekten başka bir şey yapamıyorsam. Onlar için bir şey yapacak gücüm varsa, defalarca okumadan, defalarca seyretmeden de yapabiliyor olmalayım ben bunları. Bu yüzden bu haberleri okumuyorum ben, bu haberleri seyretmiyorum televizyonda karşıma çıktıklarında, atlıyorum canım çok yanmadan hemen başka bir kanala.

Ben kendi adıma hayatımın kalan kısmında, mutlu olmak , mutlu yaşamak, çevreme de biraz olsun bu mutluluğu bulaştırmak için çabalıyorum artık. Dünyada gittikçe daha çok karşımıza çıkan bu karanlık tablolara bakıp, zorlaşan hayat koşullarında zaten bulmakta zorlandığım o azıcık enerjimi de kaptırmak istemiyorum aslında.

Bana enerji vermeyecek hiç bir şey, bana enerji vermeyecek hiç kimseyle beraber olmak istemiyorum ben bundan sonra.

Vadesinin ne zaman dolacağını bilemediğim yaşamımın, kalan bakiye kısmında pozitif düşünmek, pozitif yaşamak istiyorum artık. Ben onların acılarına çare üretmeksizin bakarak, bu acıları onlarla birlikte sırtlanmak yerine, içimdeki mutluluğu, huzuru, gücüm yettiğince herkesle paylaşmak herkesle birlikte mutlu olmak istiyorum artık.

10 Mart 2007
Haşim Arıkan

8 Mart 2007

Yıllar süren amansız takip.

Zaman zaman sizde izlendiğiniz hissine kapılırmısınız benim gibi?
Hani peşinizde biri olduğunu, sizi gizli gizli takip ettiğini hissedersiniz de asla onu bir türlü göremezsiniz.

Benim bu duyguyla ilk tanışmam ilkokul üçüncü sınıfta okuduğum zamana denk gelir. Tam annemle babamın ayrılmaya karar verdikleri ve annemin eşyalarını toplayıp bizi terk ettiği günlere.

O günlerde bunun aslında uzunca bir sürecin başlangıcı olduğunun, onunla birlikte geçireceğimiz yılların başı olduğunun asla farkında bile değildim.
Onu hiç bir zaman görememiş olmama rağmen, onun varlığını hissediyor olmak bile beni huzursuz etmeye yetiyordu.
Sanki sürekli fırsat kolluyor ve harekete geçip beni ele geçirmek için benim en güçsüz olduğum anı bekliyordu.
Bazen bir karabasan gibi rüyalarıma giriyordu. Onu hep silüet halinde, tam benim onu fark ettiğimi anlayıp herhangi bir tarafa doğru kendini atıp saklanırken son anda görüyordum. Kendimi mutsuz ve yalnız hissettiğim gecelerde gördüğüm rüyalarda onunla aramızdaki mesafe biraz daha kısalıyor, o bana her seferinde daha da çok yaklaşıyordu. Yüzü her zaman simsiyahtı. Bu yüzden yüzünü asla göremiyordum.

Taaaki onunla tanıştığım o son geceye kadar.

Her şey bir sabah uyandığımızda annemizi evde bir türlü bulamamızla başlamıştı. Dört kardeş evdeki bütün odalara tek tek bakmıştık ama annemiz evde yoktu. Sonrasında salondaki aynalı büyük konsolun üzerinde bulduğumuz mektup bize herşeyi açıklıyordu. Annemiz bu mektubu bizim için bırakmıştı konsolun üzerine. Babamla ayrılmaya karar verdiklerini bu yüzden evi, bizleri terk etmek zorunda kaldığını yazıyordu mektubunda. Tabi mektubunun en sonuna bizi çok sevdiğini de eklemeyi unutmuyordu!

O mektupla birlikte kendimi içinde bulduğum çukurda bir anda ne çok soru uçuşmuştu kafamda.

Peki ne demek oluyordu şimdi bu?
Nasıl bir hayatım olacaktı benim bundan sonra?
Annesiz bir yaşam nasıl bir yaşamdı acaba?
Kim sevecekti onun gibi bizi bundan sonra?
Bir daha hiç göremeyecek miydim ben annemi?
Nasıl bırakıp gidebilmişti annem bizi böyle?
...........................................................

Yaşadığım kısa süreli şok sonrası, dokuz yaşında annesiz ve hiç bilmediğim bir hayata merhaba diyordum. O da sanki bunu bekliyormuş gibi ilk o gün benim peşime takılıyor, onun varlığını ilk defa o gün hissediyordum.

O sabah benim de içinde yer aldığım, bir baba, iki kız ve iki erkek çocuğun hikayesi böyle başlıyordu işte İstanbul’da.

Büyüdükçe kendime örnek alıp çok sevdiğim babamla aramızda o yıllarda saygılı ve mesafeli bir ilişki vardı. Bizi sevdiğini hiçbir zaman söylemedi bize. Şöyle kucaklayıp sıkı sıkı sarmadı bizi sevgiyle. Kimbilir belkide ona böyle davranması gerektiğini ögretmişti birileri.

Babam her sabah erkenden işine gider, akşam yorgun argın bir vaziyette eve dönerdi.
Dört kardeş hepimiz onu kapıda karşılar, birimiz terliklerini hazır eder, diğerimiz elinde bir poşeti varsa hemen alır, sırayla elinden öperdik.
Onun bize olan sevgisini hiç hissedemesek te, biz ona saygıda asla kusur etmezdik.

Onun işte olduğu saatler ise, benim özgürlüğü dibine kadar yaşadığım saatlerdi . En güzelide hiç bir karışanın olmaksızın, okuldan eve gelince çantayı bir tarafa atıp, soluğu hemen sokakta almaktı. Tabi bu madalyonun belki de benim için tek güzel olan yüzü idi.

Madalyonun diğer yüzünde ise durum hiçde parlak değildi. Bu yüzde;
sokakta çocuklar ve annelerini, mutlu aileleri gördüğümde hissettiğim eksiklik, duyduğum acı, annemin, kokusunu, sevgisini özlediğim anlardaki çaresizliğim, onun bizi terk edip gitmesine karşı geçmek bilmeyen kızgınlığım ve içimde bir türlü bastıramadığım öfke, ileriye baktığımda kendim için gördüğüm belirsizlik, en kötüsüde sevgisizlik, kalabalıklarda karşıma çıkan mutlu aileleri görünce boğazıma düğümlenen, akşam olup yatağa yattığımda yanaklarımdan rahatça süzülebilen gözyaşlarım vardı.

İşte hep böyle duygusal olarak kötü olduğum zamanlarda hissediyordum onu peşimde.
Kendimi ne kadar mutsuz hissediyorsam “o” da o kadar çok yaklaşıyordu bana.
Hatta daha da çok yaklaşabilmek için, bu küçük yaşta içinde bulunduğum bu kötü durum yüzünden, ben de dahil, herkesi, herşeyi suçluyor, içimdeki nefreti sürekli körüklüyordu.

Hayatım onunla birlikte kimi zaman mutlu, kimi zaman mutsuz devam etti. Yıllar yılları tüketti. O da beni kah çok yakından, kah uzaktan sürekli takip etti.

Ben büyüdüm, hayatım şekillendi.
Ben büyüdüm, ben hayatı , hayatta beni sevdi.
Ben büyüdüm, babam ile ilişkimiz güçlendi ve keyiflendi.
Ben büyüdüm, annem yıllar sonra hayatıma geri geldi ve beni yine eskisi gibi sevdi.
Ben büyüdüm, ruhum dengelendi.
Ben büyüdüm, o tükendi ve beni ancak çookkkk gerilerden ağır adımlarla takip edebildi.

Yıllar sonra bir gece tekrar rüyamda çıktı karşıma. Yine benden çooook gerilerde, ağır ağır yürüyor, sesi kulağıma çok uzaklardan hayal meyal geliyordu. Bekle diyordu bekle beni bir hele. Durdum bekledim onu bu sefer çok uzaklardan ağır ağır yaklaşırken bana. Sanki eskisi gibi karanlık değildi yüzü bu defa. O bana yaklaştı, yaklaştıkça yüzünü gördüm, yüzünü gördüm ve onu tanıdım, onu tanıdım bir tuhaf oldum, bir tuhaf oldum çünkü yıllarca peşimde gizli gizli dolaşan, beni alt etmek için fırsat kollayan kim diye baktığımda, karşımda yine kendimi, aslında hepimizin içinde var olan, asla kontrolsüz bırakmamamız, her zaman başa çıkmamız gereken sevgisiz tarafımı buldum.

Yıllarca içimde biriktirdiğim sevgiyle onu tüketip, onunla olan birlikteliğime ben sonunda noktayı koydum.


08 Mart 2007
Haşim A.

4 Mart 2007

Teşekkürler bir bölümlük rol arkadaşlarıma....

Kış mevsimi geçte olsa nihayet şehire teşrif etmiş, teşrifi ile birlikte hava sıcaklığını 10 derecelik ani bir düşüşle -3 dereceye kadar indirmişti. Lapa lapa yağmaya başlayan kar bu muhteşem şehire, çok kısa bir sürede adeta bembeyaz bir gelinlik giydirmişti. Taksilerin, kar yağışıyla birlikte yolcu almama alışkanlıklarının nüksetmesi , toplu taşıma araçlarının ise çok nadir ve ağzına kadar dolu olarak geçmesi sonucu, yaklaşık 20 dakikadır yürüyordum. Parkamın yakasını kaldırıp atkımı başıma ve boynuma dolamış olmama rağmen kulaklarım ve burnum artık iyice buz kesmişti. Aşkımla buluşacağımız kahveciye çok az bir mesafe kalmıştı. İyi ki hafta sonu kar lastiklerimizi arabaya takmayı akıl etmiş ve arabayı da bugün ona vermiştim. En azından onun, benim bu yaşadıklarımı yaşamadığını bilmek beni rahatlatıyordu. Cep telefonunu da evde unutacak günü bulmuştum. Artık donmadan, bir an önce kendimi buluşacağımız kahveciye atmak istiyordum. Kendime ısmarlayacağım sıcak bir kahve ile hem ellerimi hem de içimi ısıtmak, şu an için sanki hayattaki tek amacımdı.

Kahveciden içeri kendimi zor attım.

- Orta boy günün kahvesi lütfen

Buz gibi olmuş ellerimi bir an önce ısıtmak isteği ile adeta avuçladığım kahvenin bardaktan taşıp ellerimi yakmasına aldırış bile etmeden hemen rahat bir koltuğa oturdum. Kahvemden aldığım o ilk sıcak yudumun, kendimce ona yüklemiş olduğum içimi ısıtma misyonu ile boğazımdan mideme doğru yaptığı ılık yolculuğu hissetmeye çalışırken, yıllar sonra tekrar gördüm onu. Bir kaç arkadaşı ile birlikte tam çaprazımda cam kenarında oturuyordu. Onu görmemle birlikte bir anda kendimi, tam 5 yıl önce, onu master için Amerika’ya uğurladığım, zavallı yüreğimin acılar içinde kıvrandığı o gecede buldum.

Onu Atatürk havalimanında uğruna ilişkimizi bile bölmeyi -daha sonra anladım ki bitirmeyi- göze aldığı master’ı için Amerika’ya uğurlarken, o an bu ayrılığın kısa süreli bir veda mı yoksa bir elveda mı olduğunu bilememenin çaresizliğiyle ona nasıl da sımsıkı sarılmıştım. Çaresiz yüreğim kontrolunu tamamen kaybetmiş, bir yandan daha o anda içinde alev alev yanmaya başlayan özlemle onu sıkı, sımsıkı sarmamı, diğer yandan onun bir çiçek kadar narin olduğunu sakın onun canını yakmamamı söyleyerek kendi içinde çelişkiler yaşıyordu. Her zaman aklımı başımdan alan o muhteşem kokusunu, onsuz geçireceğim bu belirsiz süreçte belki bana yeter umuduyla, ciğerlerime doldurmaya çalışıyordum o gün nasılda umutsuzca. Yüreğimdeki o büyük aşkı, önce, sanki ondan ayrılmamak için vücudunda adeta tutunacak bir dal bulurum umuduyla sevgiyle dolanan ellerime, ellerimden de onun ilk gördüğüm günden beri hayran olduğum vücuduna aktarmaya ne kadar çok çabalamıştım o gün. Belki hisseder de gitmekten vazgeçer diye kendimce ve bencilce.

Zihnimin yıllardır itina ile sakladığı ve bugün onu görmemle birlikte bana tekrar hatırlattığı, o derin aşk acısıyla, tam gözlerimi ondan ayıracakken yıllar sonra tekrar gözgöze geliyoruz onunla. O an yıllardır ertelenmiş bir randevuyu şanseseri yakalamışcasına koşuyorum kalbime doğru hemen. Merakla, aradan geçen bunca yıldan sonra, her hatırlayışımda tekrar tekrar hissettiğim bu acıdan artık beni kurtaracak, beni rahatlatacak bir cevap, bir tepki bekliyorum ondan.

Kalbim ise hayatın bugün bana hazırlamış olduğu bu hoş sürprizin keyfini çıkarıyordu adeta. Onu her hatırlayışımda yaşadığım bu medcezir’in sanki az sonra yerini büyük bir sükunete bırakarak ruhumu terkedeceğini bilerek herşeyi hayatın akışına bırakıyordu.

Yaşadığım bu duygusal fırtınanın içinde kendine bir yön bulmaya çalışırken aşkım’ın o sevgi dolu sesi ve saçlarımın arasında dolaşan narin elleri beni tekrar kendime getiriyordu.

- Canım çok beklettim mi seni? Trafik tam bir kabustu valla. Aklım hep sendeydi bitanem. Keşke erteleseydik şu işi bugün. Cep telefonunu da evde unutmuşsun ulaşamadımda bir türlü sana. Çok merak ettim seni.

Onun sevgi dolu sesini duyup, saçlarımda dolaşan parmaklarını hissetmemle birlikte kalbimi büyük bir sıcaklık kaplıyor ve kalp atışlarım hızlanıyordu. Bir az önce hissettiğim o eskimiş aşk acısı sanki bu gürül gürül akan yoğun bir selin önünde dayanamayıp adeta sürüklenip yok oluyordu yıllar sonra. Kalbim ise aradığın cevap bu muydu yoksa diye hınzırca gülümsüyordu bana. Artık iyice ısınmış ellerimin arasına aldığım soğumuş kırmızı yanaklarını ısıtmaya çalışırken ona biraz daha yaklaşıp hafifçe fısıldıyorum kulağına,

- Aşkım, seni çooook seviyorum.

diye öperken yanaklarından.

- Bende seni bitanem , bende seni.

diyor her zamanki gibi aşırı sevgisinden dişlerini sıkarak.

Hayatın bugün bana hazırlamış olduğu bu hoş sürprizin içinde gizli o küçük zarfı, bu sefer farketmiş ve kabul etmiş olmanın mutluluğu ve huzuru ile gülümsüyorum, karşımda o yeşil sevecen gözleriyle bana gülümseyen kalbimin tek sahibi biricik karıma.

Benim de içine düştüğüm bu hatayı, hayatımız boyunca kimbilir kaç kere tekrarlıyoruz hepimiz, içine bizim için gizlenmiş o küçük zarfları fark edemeden.
En çok enerjimizi çalan şeyin hayatımızdaki tamamlanmamışlıklarımız olduğunun ne kadar farkındayız acaba?
Siz de çok mu kızıyorsunuz benim gibi, büyük umutlarla hayatımıza soktuğumuz ama sonrasında fütursuzca bizi terkeden bu insanlara, hemde çoook uzun yıllarca?
Ya hayat dediğimiz şey, gerçektende hem başrolünü oynayıp hemde hiç bir şey bilemediğimiz bir senaryoysa....
O zaman onlar, ögrenme ve gelişme sırası bize geldiği zaman, ögrenmemize yardımcı olmak için senaryomuza dahil olan, bir bölümlük geçici rol arkadaşlarımız değiller mi aslında.
Bazıları canımızı çok yaksada, sizce de hepimiz bir teşekkür borçlu değilmiyiz kişisel gelişimimize destek veren bu sadece bir bölümlük rol arkadaşlarımıza.
Siz de küçükde olsa bir teşekkür, bir alkış beklemiyor musunuz, öğrenme sırası başkasındayken rol aldığınız senaryolarda sergilediğiniz o muhteşem performansa?
04 Mart 2007
Haşim A.